ARIZA HALLERİM…

İçerimdeki kör hayaller alıp götürüyor beni kor’dan meçhule.

Oysa ki ben, bir dağ başında rüzgar eşliğinde avazım çıktığınca mutluluk türküleri söylemek istiyorum.

Çoban ateşi yakıp, isli demlikte yalnızlık demlemek istiyorum…!

Hayallerime dahi yenik düştüğüm bu keşmemekşlikten uzak, içerisinde sevgi, şefkat, hoşgörü olan hayaller kurmak istiyorum.!

Duvarda asılı gaz lambasının ışığından yansıyan silüet’imle hiç kimsenin bilmediği dertlerimi,sırlarımı saatlerce konuşmak istiyorum.!

Birazda yağmur çiselesin istiyorum, yalnızlık kulübemin çatısına vursun, ama hayallerimden uyandırmadan…!

Küçük odun sobamdan çıkan ışık hüzmelerinden en sevdiğimin gölgesi düşsün yalnızlığıma..!

Sonra akan pınar şırıltısı ile en mütiş terapiyi yapsın kulaklarıma…!

Sabah yakın, yakın köyden horoz sesleri gelmeye başlıyor… Horoz öte dursun, lütfen siz beni uyandırmayın…!

BEYAZ GÜLÜM…

Ah be beyaz gülüm ah…!

Bi açsan ne olur.?
Senin açışını bekliyorum yarım asırdır. Etrafına masumiyet saçışını,saflığını,berraklığını…!

Ah be beyaz gülüm ah…!

Sen, dünyama dahil olduktan sonra anladım anlamsızlıklarımı.
Sen, dünyama dahil olduktan sonra fark ettim yarım kalmışlıklarımı.
Sen, dünyama dahil olduktan sonra terk ettim yarım asırlık saçma sapan alışkanlıklarımı.

Ah be beyaz gülüm ah…!

Henüz açmadan oldu bütün bunlar.
Ya bi de açsan, neler olur neler.?
Eminim bülbüller susar,şakımaya başlar güvercinler.

Düşünse yokluğunla varlığın arasında sıkışıp kalmış tutsak ruhuma bile hürriyet vaadediyorsun.
Bekletiyorsun,inletiyorsun,özletiyorsun…!

Neyse, ben bir ömür bekleyeceğim gonca gonca açışını, dünyamı aydınlatışını, etrafına güzellikler saçışını…!
Ve buram buram vuslat kokuşunu.

BIRAK MODERN ÇAĞIN KLİMALARIN,HASTA EDER ADAMI…

Bırak modern çağın klimalarını, hasta eder adamı. Sen Leyla’dan kalma kırık dökük sobayı yak; Ben Mecnun’dan kalan en temiz yakacakları taşırım sana.!

Tıpkı, Mevlevi dergahına Yunus’un taşıdığı düp düz odunlar gibi.!

Umutlarını yerin kilometrece altında arayan ve ararken alın terinin karıştığı en helalinden kara elmaslar gibi.!

Unutma.!!!! Her şeyin yenisinin makbul olduğu bu modern çağda, bazı şeylerin eskisi daha makbuldür.

Leyla’dan kalan kırık dökük soba gibi.! Mecnun’dan kalan o sobada yakmaya niyet ettiği kor yürek gibi.!

ASALETLİ YALNIZLIK…

Yıldızları yorgan edip yorgun bedenine yalnızlık şiirleri yazmak vardı şimdi burada.!

Tabiatın çıkarsız,riyasız,beklentisiz seslerini yudum yudum yudumlamak vardı kulaklarınla.!

“Baykuş sesini Bülbül-ü şeydaya değişmemek” vardı bu riyasızlar ülkesinde.!

Sabah kuş cıvıltılarıyla uyanmak,akşam uyumak vardı asaletli yalnızlığa sarılarak.!

Vahşi hayvanların dahi insanlardan daha medeni olduğu bu beldede ikamet etmek vardı bir ömür.!

Yeni doğmuş yavrularını öldürmeyen kuşlar,altı aylık bebelerinin tecavuz etmeyen hayvanlar topluluğu ve kendi kanından olan dişilere kötü gözle bakmayan kurtlarla nöbet tutmak vardı ay ışığı altında.!

Ve ölmek vardı bu dağ başında yapa yalnız kimsesiz tek başına asilce.!!!

SANA YILDIZ YILDIZ ŞİİRLER YAZDIM…

Bozkırdan çiçek gibi topladım sözcükleri,
Sana papatya kokulu şiirler yazdım…!
Çiçek gibi gezdim ey güzel peri,
Sana bal tadında şiirler yazdım…!

Özen ile,düzen ile satırları süsledim,
Her mısrada iç çekerek özledim,
Gözlerimden sözlerimi gizledim,
Sana sır kokulu şiirler yazdım…!

Sen, diken olup yaramı her karanlığında,
Ben, çare ararım gecenin zifri karanlığında,
Seher vakti tan yeri ağardığında,
Sana gül kokulu şiirler yazdım…!

Şiirlerle üzerini örttüm her gece,
Uyandırmaya kıyamadım sustum öylece,
Bazen ulu orta, bazen gizlice,
Sana yıldız yıldız şiirler yazdım…!

BİZ…

Ab-ı Hayat pınarının doğduğu,
Zirvesi “HU” diyen dağdan geldik biz..!
Allâh’ın isminin Tengri olduğu,
Gök Tengri’ye tabi çağdan geldik biz..!

Gelir gelmez şerflendik islamla,
Hizmet ettik dine şerefle şanla,
Üç kıtayı feth eyledik inançla,
Dünya “sol sol” derken, sağdan geldik biz..!

Sultan Alparslan’la bir gedik açtık,
Romendiojeni o gün dağıttık,
Haç’ı kırıp atıp; Hilâl’i astık,
Allâh Allâh deyip, her bir yandan geldik biz…!

Eğilmedi hiç bir zaman başımız,
Viyanaya değdi sınır taşımız,
Cengaverdi Hakan’ımız Han’ımız,
Peygamberin övdüğü asil kandan geldik biz..!

Hüseyin KARACA
28 Ekim 2019 Pazartesi

HİÇ

Biz, “HİÇ” bir şey yokken de hüzünleniriz Reis….!
Nen var..? Diyenlere; “HİÇ” deriz…! Oysa ki bizim hüzünlerimiz vardır cihanlara sığmayan, ama namütenahi yüreklerimizde “HİÇ”lerle besleyip büyüttüğümüz…!

Güleriz bazen, güldüğümüzü zannederler, oysa ki; Yüreklerimizde beslediğimiz hüzünlerimizi yakmaya yeltenirken, anız yakan çiftcinin köyü yakması gibi, yüreğimizi yakışımızın trajikomik hikayesinin yüzümüzdeki tecessümüdür o…!

Adabımızdan, edebimizden “HİÇ” kimseye anlatmadığımız, sevdaların, kavgaların dilimize, halimize vurduğu ipekten ilmeğin tezahurudur o…!

Anlayamazlar…!
Bilmezler…!
Bilemezler…!

Yarım kalmışlıklarımızı, tenhalarda ağlamışlıklarımızı…!

Anlayamazlar…!
Bilmezler…!
Bilemezler…!

Soğukta bir anne kedinin dahi çaresizliğini dert edişimizi…!

Anlayamazlar…!
Bilmezler…!
Bilemezler…!

Bir serçenin biçare sesinin kulaklarımızı tırmalayışını…!

Anlayamazlar…!
Bilmezler…!
Bilemezler…!

Maznum birine reva görülen zülmü yüreklerimizde hissedişimizi…!

Anlayamazlar…!
Bilmezler…!
Bilemezler…!

İnsanlığın ve dünyanın bu kadar kirlendiği bu dönemde “HİÇ” diyerek sesiz haykırışlarımızı…!

2 Ekim 2019 Hüseyin KARACA

İŞTE…!

İlla da başımdan duman mı çıksın.?
Sinemde çok gizli yangın var işte…!
İnanmayan bağrımı deşip te baksın,
Her halimden belli vurgun var işte…!

Müşkülüm, dilimde bin bir yara var,
Ne tabibi geldi, ne de çare var,
Ne medeni kanun, ne de töre var,
Her türlü halimde Mecnun var işte…!

Hüseyin KARACA 6 Ekim 2019

Eylü’le dair…

📌 Yine kusursuz bir Eylül akşamı…!
Ruh halim alabildiğine sesiz ve durgun.
Ben se fakirhanemin camından, sesiz ve durgun ruh halimin üzerine sağnak sağnak yağan hüznü canlı yayında izliyorum.

Ve hafif bir rüzgar esiyor, bahçedeki kavak ağacının sararmış yapraklarını titreterek, Kürdilihicazkar makamında binbir hüzün heceleyip, eşlik ediyor yorgun ve durgun ruhuma…

Hüseyin KARACA